29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir yudum mutluluktur bilmek...

Bir resme bakmak, ressamın fırça darbelerinde zihninin içine girmek, resmi hissetmek...
Yediğin bir yemeğin keşif öyküsüyle bir çatal daha almak...
Şarabı yudumlarken tarlalarda üzümleri yalayarak esen rüzgarı tanımak, oraların kokusunu almak boğazından aşağıya kayarken...
Bir binaya bakıp heybeti karşısında onu yapanların çilelerini, işçilerin iniltilerini, kıvrımlardaki keski seslerini duymak, sonra yine hayran olmak...
Bastığın Arnavut kaldırımlarının dedikoduları arasında yürürken, bilmek geçen atlının buralarda nal bıraktığını ve hanımın göz yaşlarının şu taşı yıkadığını...
O parktaki ağacın yaşlı kollarında kimlerin asıldığını ve neden asıldığını bilmek, ağacın feryadını duymak küskün yapraklarında...
Dinlemek ustayı o sözleri yazarken neler hissettiğini, kimin için yazdığını hissederek ve bilerek
ve benzer şeyleri anlayarak bakmak çevrene sana mutluluk verirken.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Hokus Pokus

Şiir büyü işi,
Hokus pokus.
Fotoğraf, resim gibi,
Bir çerçevede
Onlarca düşünce içinde...

Şiir büyü işi,
Hokus pokus.
Nar gibi,
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane.
Her bir tane de bin bir lezzet.

Şiir büyü işi büyü...

2 Ağustos 2009 Pazar

UYKU!

Oturduğum banktan bakarken ağaçlara perspektif duygumu yitirmemiştim, derinlik harikaydı, ışık çimlerin yeşilini ve ağaçların kahverengi tonlarını mükemmel yansıtıyordu. Bu güzel görüntüyü bozan, gözlerimi açıp kapamamı ve tekrar tekrar bunu yapmamı sağlayan pusu kaldıramamıştı göz kapaklarım. Bir an ürkütücü üç beş düşünce geçti; biri de “gözlerim mi bozuktu?”, soru buydu ama ürküten arkasındaki yaşlanmış olma fikriydi.

Hep beynin yaşlanmadığı üzerine düşünmüştüm, yaşlanan sadece bedenimizdi. Sadece aynaya baktığımız zaman yaşlandığımızı anlarız diye düşünmüştüm ve bir de yüksek efor sarf etmemiz gereken aktivitelerde. Hiç aklıma gelmemişti, gözlerin bozulabilme ihtimalinin bunu çağrıştırıp, ürkütebileceği.

Ama en azından şimdilik sorun gözler ve neyse ki yaşlılık değildi. Pus orada duruyordu, bir amacı varmışcasına, alamadım kendimi birkaç kez daha gözlerimi açıp kapadım, sağa sola bakındım, bir duman kaynağı, bir toz bulutu aradım, hayır pus bunlardan da değildi.

Foucault Sarkacı’ı elimde ve bilinmeyen pus içinde, ortaokuldaki zihni sinir projeler geldi aklıma aslında bu projeler ya da fikirlerin her dönem olduğunu düşündüm, bir şeyler sürekli aklıma geliyordu, şu pus gibi nedenini bulmaya çalıştım ve kendimi ne yapıyorum derken buldum, yani hayatla ilgili, yaşamımla ilgili, benim amacım neydi?

Gözlerimin bozulduğu fikri biran tekrar ağırlık kazanır gibi oldu, birkaç deneme bile yaptım, aklıma üç dört kere gittiğim göz muayeneleri ve gitmeden önceki ruh halim ve doktordaki şaşkınlıklarım geldi. Hiçbir muayene sonucu sıfır yirmi beşi geçmemişti, sonuncusu belki biraz ısrarımdan bir gözlük vermişti, bilgisayar kullanırken takabileceğim türden. Yine aynı hisse kapıldım, “saçmalama gözler sağlam”. Belki de pus a bu cevabı bulmak daha kolaydı.

Oysaki yaşamı sorgularken pus daha anlamlı gelmişti ama uzaklaşmak istemiştim bu düşünceden çünkü bu her yeri puslu yapıyordu. Korkacak bir şey yok derken fikirlerden biri, avutuyordu, bulamazsın, takılmana devam et diye, şimdiye kadar yaptığım gibi. Daha önceleri de durmak istemiştim, gittiğime eminmişim gibi, anlamak, kavramak, fark etmek neler olduğunu. Ama ya duramamış ya da gittiğini fark edememiştim. Şimdi şu pus bunları hatırlatıyordu bana.

Bir çok kereler olduğu gibi yine benim ve gizemli pusun dışında bir şey bilinmeyen bir zamanda, bilmediğim bir yerde beni uyandırdı ya da uyuttu!