13 Ağustos 2011 Cumartesi

Umut


Çoğu zaman bilemeyiz, güneşimiz batmakta mıdır? Doğmakta mıdır? Tıpkı resimdeki güneş gibi. Bazılarımız için doğmakta iken, bazılarımız için batmaktadır. Aslında ne doğması ne batmasıdır önemli olan, o zaten bunu milyonlarca yıldır yapmaktadır, farklı insanlar üzerinde. O doğsa da, batsa da hep biz kazanırız, onun yarattığı gelgitlerdir bizim kazancımız, her gelgitte biraz daha anlarız, farkına varırız...

Not: Güzel koylarımızdan biri...

17 Haziran 2010 Perşembe

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını Kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir Gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
işte budur hayat!
işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin
Kadar
Sevilirsin

Can Yücel

30 Eylül 2009 Çarşamba

Sonbaharda bir yaprak...

Dün yine aynaya baktım bugün gibi fark yoktu. Ayna oynuyordu benle, sola gidiyorum, sola geliyor, gülüyorum, gülüyor, dalga geçer gibi, bilmez gibi gözlerimdekini. Geçen aşkları, yanlız akşamları, hep değil ama genelde kederli geceleri, arayışları ve bulamayışları. Ayna düşünmez mi halimi, hiç demez mi bakma bana, bakma artık ben de yok arayışına cevap, ben de bakmaktan vazgeçeyim. Diyeyim ki; sen içine aynadan giremezsin, senin yansıman kirli, kara, göstermez aynada kendini, kandırır kendini, bir dev yapar, bir cüce seni aynı aynada, anlamazsın bile ne olduğunu.

Yıllar gelirken her gün, bakmazsın arkana bir gün.
Bilirsin giden de gelen de sensin,
anın mucizevi sürprizini ararsın.
Yakaladın yakaladın sonrası hatıran, öncesi umudun.
Durmak istersin zaman zaman,
Bir bitki gibi sakin, bir ağaç gibi sağlam.
Tatmak istersin kokusunu damaklarında, boğazında, ciğerlerinde,
Yaşamak istersin o anı iliklerinde.
Bırakmak istemezsin, ama ellerinden kaymasını da görmezsin
İlk ellerindeki sıcaklıktır giden,
Kalbin daha sonra anlar, sıkışır, nefesin kesilir,
Sonra gözlerin ağrır, damağında, yanaklarında o sinir acı
Ruhun en geç anlar, ararken bulur kendini hayalleri gecelerde.
Ve içinden çıkamadığın bu döngüde yaşar gidersin,
Bakmazsın arkana bir gün, yıllar gelirken üzerine her gün.

Yazı anlatabilir mi ne dediğimi?
Söz yeter mi?
Duygular hapis, ben gardiyan.
Kim soktu seni içeri?

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bir yudum mutluluktur bilmek...

Bir resme bakmak, ressamın fırça darbelerinde zihninin içine girmek, resmi hissetmek...
Yediğin bir yemeğin keşif öyküsüyle bir çatal daha almak...
Şarabı yudumlarken tarlalarda üzümleri yalayarak esen rüzgarı tanımak, oraların kokusunu almak boğazından aşağıya kayarken...
Bir binaya bakıp heybeti karşısında onu yapanların çilelerini, işçilerin iniltilerini, kıvrımlardaki keski seslerini duymak, sonra yine hayran olmak...
Bastığın Arnavut kaldırımlarının dedikoduları arasında yürürken, bilmek geçen atlının buralarda nal bıraktığını ve hanımın göz yaşlarının şu taşı yıkadığını...
O parktaki ağacın yaşlı kollarında kimlerin asıldığını ve neden asıldığını bilmek, ağacın feryadını duymak küskün yapraklarında...
Dinlemek ustayı o sözleri yazarken neler hissettiğini, kimin için yazdığını hissederek ve bilerek
ve benzer şeyleri anlayarak bakmak çevrene sana mutluluk verirken.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Hokus Pokus

Şiir büyü işi,
Hokus pokus.
Fotoğraf, resim gibi,
Bir çerçevede
Onlarca düşünce içinde...

Şiir büyü işi,
Hokus pokus.
Nar gibi,
Çarşıdan aldım bir tane eve geldim bin tane.
Her bir tane de bin bir lezzet.

Şiir büyü işi büyü...

2 Ağustos 2009 Pazar

UYKU!

Oturduğum banktan bakarken ağaçlara perspektif duygumu yitirmemiştim, derinlik harikaydı, ışık çimlerin yeşilini ve ağaçların kahverengi tonlarını mükemmel yansıtıyordu. Bu güzel görüntüyü bozan, gözlerimi açıp kapamamı ve tekrar tekrar bunu yapmamı sağlayan pusu kaldıramamıştı göz kapaklarım. Bir an ürkütücü üç beş düşünce geçti; biri de “gözlerim mi bozuktu?”, soru buydu ama ürküten arkasındaki yaşlanmış olma fikriydi.

Hep beynin yaşlanmadığı üzerine düşünmüştüm, yaşlanan sadece bedenimizdi. Sadece aynaya baktığımız zaman yaşlandığımızı anlarız diye düşünmüştüm ve bir de yüksek efor sarf etmemiz gereken aktivitelerde. Hiç aklıma gelmemişti, gözlerin bozulabilme ihtimalinin bunu çağrıştırıp, ürkütebileceği.

Ama en azından şimdilik sorun gözler ve neyse ki yaşlılık değildi. Pus orada duruyordu, bir amacı varmışcasına, alamadım kendimi birkaç kez daha gözlerimi açıp kapadım, sağa sola bakındım, bir duman kaynağı, bir toz bulutu aradım, hayır pus bunlardan da değildi.

Foucault Sarkacı’ı elimde ve bilinmeyen pus içinde, ortaokuldaki zihni sinir projeler geldi aklıma aslında bu projeler ya da fikirlerin her dönem olduğunu düşündüm, bir şeyler sürekli aklıma geliyordu, şu pus gibi nedenini bulmaya çalıştım ve kendimi ne yapıyorum derken buldum, yani hayatla ilgili, yaşamımla ilgili, benim amacım neydi?

Gözlerimin bozulduğu fikri biran tekrar ağırlık kazanır gibi oldu, birkaç deneme bile yaptım, aklıma üç dört kere gittiğim göz muayeneleri ve gitmeden önceki ruh halim ve doktordaki şaşkınlıklarım geldi. Hiçbir muayene sonucu sıfır yirmi beşi geçmemişti, sonuncusu belki biraz ısrarımdan bir gözlük vermişti, bilgisayar kullanırken takabileceğim türden. Yine aynı hisse kapıldım, “saçmalama gözler sağlam”. Belki de pus a bu cevabı bulmak daha kolaydı.

Oysaki yaşamı sorgularken pus daha anlamlı gelmişti ama uzaklaşmak istemiştim bu düşünceden çünkü bu her yeri puslu yapıyordu. Korkacak bir şey yok derken fikirlerden biri, avutuyordu, bulamazsın, takılmana devam et diye, şimdiye kadar yaptığım gibi. Daha önceleri de durmak istemiştim, gittiğime eminmişim gibi, anlamak, kavramak, fark etmek neler olduğunu. Ama ya duramamış ya da gittiğini fark edememiştim. Şimdi şu pus bunları hatırlatıyordu bana.

Bir çok kereler olduğu gibi yine benim ve gizemli pusun dışında bir şey bilinmeyen bir zamanda, bilmediğim bir yerde beni uyandırdı ya da uyuttu!

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Değişim her bireyin kafasında başlamalı...

İnsanlar aç, çocuklar ölüyor, birbirimizi öldürüyoruz,
Tahammülsüz olmuşuz,
Bencilliklerimizin önüne geçemiyoruz,
Tatmin olamıyoruz,
Bunlardan dolayı herkes üzgün,
Kimse memnun değil olanlardan,
Elimizden de pek bişey gelmiyor, sistem öyle güçlü bir şekilde kurmuş ki ağlarını ona karşı değil ama uzak durabilen bazılarımız ki onlar da ağın en ucuna çekmiş kendini, az sallantılı, izleyici olarak katılmakta olanlara.

Benim tek çözümüm toplu olarak bilinçlenmemizden, pardigmamızı değiştirmekten başka birşey değil. Bu paradigma değişikliğinin temelini anlatacak tek bir kelime bulamadım ne Türkçe'mizde ne de İngilizce'de bunun için bir kelime bulacağım ve anlatmaya çalışacağım ilerleyen günlerde...